Kaygı: Günümüz Çocukları, Genç Yetişkinleri, Üstün Zekalı/Yetenekli Çocuk ve Ergenler-1
Bu yazı serisinde sizlerle günümüz çocuklarında ve ergenlerinde artan kaygı duyarlılığını veya krizlerini paylaşacağım. Ayrıca üstüne zekalı ve yetenekli bireyler özelinde kaygı konusunda var olan farklılıkları da bulabileceksiniz. Günümüzün kaygıyı tetikleyen yanlarını, risk faktörlerini ve var olan tedavi yöntemlerini size aktarırken, giderek artan stresle dolu dünyamızda size faydalı olabilecek başa çıkma önerilerini de sunmak istiyorum. Bu yazı iki kısımdan oluşacak ve ikinci kısımda anksiyetenin ele alınmasını ele alacağım.
Şimdi size bazılarınızın yaşadığı, yaşamamış olanlarında hayal etmesini istediğim bir senaryoyu paylaşacağım. Soluk almakta zorlanıyorsun. Kalbin çarpıyor, daha hızlı ve artık sanki sana yerinden çıkacakmış gibi geliyor. Çıldırıyormuş gibi ya da kendi kontrolünü kaybediyormuş gibi hissedecek kadar ağır bir derecede. Boğucu bir sıcaklık basıyor. Güçlü bir sıkıntı duygusu yaşıyorsun. Ağzın kuruyor ve iyice kurumaya devam ediyor. Parmakların karıncalanıyor, hareket edemeyecek gibi oluyorsun. Olası bir felaket yaklaşıyor diye düşünüyorsun, göğsünde bir ağrı hissediyorsun. Zaman senin için oldukça yavaş akıyor. Miden bulanıyor ve yalnız ve çaresiz hissediyorsun. Bunları yaşamış biri biraz evvel bir panik atak yaşadı.
O anda beynimizin duygu merkezi olan amigdala var olan bir tehdit durumunu algıladı, bu sinyalleri değerlendirdi ve alarma geçti.
Hipotalamus kortikotropin salgılatıcı hormonu (CRH) salgıladı. Bu hormon, stres tepkilerinin aktive olmasına ve kortizol gibi stres hormonlarının salınmasına yol açtı. Bu sırada serotonin, (beyindeki nörotransmitterlerden biridir) ruh hali, anksiyete ve uyku düzenlemesinde önemli bir rol oynar ve bu serotonin inhibitörleri nispeten devre dışı kalmıştır.
Prefrontal kortekste ise düşünme karar verme ve yönetme süreçleri etkilendi. Bu durum kaygının sürmesine ve başa çıkma mekanizmalarının zayıflamasına neden oldu.
Kaygı anında, sempatik sinir sistemi aktive oldu ve vücutta bir dizi fizyolojik tepkiyi başlattı. Kaygı anında, sempatik sinir sistemi noradrenalin adı verilen bir nörotransmitter salgılamaya başladı. Noradrenalin, kalp hızını artırdı, kan basıncını yükseltti ve kan damarlarını daralttı. Bu, vücudun enerji seviyesini artırmak ve daha hızlı tepki verebilmek için hazırlanmasını sağlar. Adrenalin, vücutta genel bir uyarı durumunu tetikledi. Kalp hızını artırdı, siz tüm bu olanlara odaklandığınız için hipervijilans oluştu ve var olan semptomlar daha da artmaya başladı.
Solunumu hızlandı, kan şekeri yükseldi ve kaslara daha fazla oksijen ve enerji sağlamak için kan akışı arttı. Bu doğal olarak solunum hızını artırdı. Bu, daha fazla oksijen alınmasını ve karbondioksitin daha hızlı atılmasını sağladı. Kaygı anında solunum daha hızlı ve daha sığ olabilir. Vücudunuzda sempatik sinir sisteminin etkisiyle ter bezlerinin aktivasyonunu arttı, bu da terlemenin artmasına yol açtı. Bu, vücut ısısını düşürmeye ve vücudun soğumasını sağlamaya yardımcı oldu. Kaygı anında sindirim sistemi de etkilendi. Sindirim sistemi faaliyeti azaldı ve kan akışı daha çok kaslara yönlendirildi. Bu, genel olarak sindirim sürecinin yavaşlamasına sebep olabildi ve mide bulantısı, hazımsızlık veya karın ağrısı gibi sindirim sorunları oluştu. Sempatik sinir sistemi, kaygı anında göz pupillerinin genişlemesine neden oldu. Bu, daha fazla ışığın göze girmesini sağladı ve daha iyi odaklanmayı mümkün kıldı. Ama hala gerçek bir tehdidin olmadığını hatırlatmak istiyorum. Bu etkiler, sempatik sinir sisteminin kaygı anında vücutta genel bir “uyarı” durumunun oluşmasına katkıda bulunur.
Sempatik sinir sistemi, vücudu potansiyel tehditlere karşı hazırlar ve hızlı bir tepki verme mekanizması sağlar. Ancak, kronik ve sürekli aktive olan bir sempatik sinir sistemi uzun vadede sağlık sorunlarına da kapı aralayacaktır.
Tekrarlayan bir hale geldiğinde bu nöbetler daha çoğunu yaşamaktan endişe edeceksin ve davranışlarında değişiklikler yapamaya başlarsın. Bazı alanlara girmekten kaçınırsın. Ya tekrar olursa düşüncesi seni zorlamaya ve zihninden çıkmamaya başlayabilir. Fark ettiniz mi ne muazzam bir süreç ama biz hayatta kalalım diye gelişmiş tüm bu süreçaslında gerçek işlevini yerine getirmediği için sorun haline gelmeye başlıyor.
Kaygı, geleceğe dair olması muhtemel olumsuzlukların derin gölgesinde kalıp bugünün güneşini kaçırmaya benzer. Güneş çoğu zaman uzunca bir süre bulutların arkasında kalıyor ve derin bir gölgenin altında üşümeye başlıyoruz.
Panik bozukluk, yaygın anksiyete bozukluğu, obsesif kompulsif bozukluk, sosyal anksiyete bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğunu içeren beş ana anksiyete bozukluğu türünden yalnızca biridir. Özgül fobiler, seçici mutizm, ayrılık anksiyetesi ve hipokondri diğer bilinen birkaç kaygı türlerindendir. Anksiyete bozukluklarının nörobiyolojisi hem karmaşık hem de devam eden aktif bir tıbbi araştırma alanıdır. Araştırmalar, nörotransmitter ve nöropeptit devrelerindeki dengesizliklere odaklanır; bu dengesizlikler, beynin duygusal limbik sistemi ile beynin yüksek bilişsel ve muhakeme alanları arasında meydana gelir. Beyin görüntüleme, genetik çalışmalar, epigenetik ve çok çeşitli nörotransmitter ve nöropeptidlerin (örn. GABA, serotonin, oksitosin, kortizol, vb.) incelenmesi, araştırmacıların anksiyete türlerini depresyondan daha da ayırt etmelerine yardımcı olmakta ve potansiyel doğal ve nörotransmitterlere ilişkin ipuçları sunmaktadır. Anksiyete çocuklarda artan bir oranda görülmekte ve her yüz çocuktan 5-8’i bu rahatsızlığı yaşamaktadır. Yaşam boyu anksiyete yaygınlığı ise %31,9’dur ve daha ilginci ortalama olarak başlama yaşı 6’dır. Ergenlik dönemindeki kızların anksiyete yaşama olasılıkları erkeklere oranla iki kat daha fazladır.
Yaşanılan felaketler kaygıyı artırıyor
2020’nin başlarında dünya, yüz binlerce ölüme ve milyonlarca Covid-19 vakasına yol açan yeni virüs SARS-Cov-2’nin (koronavirüs) pandemisi tarafından tüm gücüyle vuruldu. Ruh sağlığı üzerindeki etkileri muazzamdı. Haberlere kaçınılmaz şekilde maruz kaldık. Haberlerden daha da önemlisi, dünya genelinde hayat tamamen kesintiye uğradı. Birçok iş yeri virüsün yayılmasını sınırlamak için geçici (veya kalıcı) olarak kapandı, işsizlik arttı, yoksulluk arttı. Çocuklar ve genç yetişkinler okullarının, üniversitelerinin, parklarının ve toplanma yerlerinin kapatılmasına ilk elden tanık oldular. Mümkün olan her yerde dersler, konferanslar ve işler kısa sürede sanal etkileşimlere dönüştü, ancak hepimizin alışkın olduğu hayat değişti. Çocuklar ve genç yetişkinler artık gruplar halinde bir araya gelemiyordu. Konserler ertelendi. Spor ertelendi. Rutin tıbbi prosedürler ve randevular bile ertelendi. Sonrasında tekrar bir felaketle karşı karşıya kaldık. Binlerce insanımız yerin sarsıcı bir şekilde titremesiyle yaşama veda ettiler.
Ülkenin dört bir yanındaki insanlar, arkadaşlarının ve sevdiklerinin deprem nedeniyle hastalandıklarını ya da tek başlarına öldüklerini, kucaklaşmadan ve sevdiklerinin insani dokunuşlarından mahrum kaldıklarını gördüler. Geride kalanlar genellikle krizin büyüklüğü ve hayatta kalanların suçluluk duygusuyla sarsıldı. Belirsizlik ise bu kaygı ortamını sürekli alevlendirdi.
Anksiyete belki de DSM tanılı ruh sağlığı bozuklukları arasında en yaygın olanıdır, ancak bu oldukça önemli ve yaşamı temelden etkileyen rahatsızlıktan etkilenen bireylerin üçte birinden daha azı terapi arayışına girmektedir. Kaygılı gençlerin yüzde on ila on beşinde aynı zamanda depresyon görülürken, depresif gençlerin yüzde 50’sinde eşlik eden kaygı vardır. Terapi desteği almamış olan insanların durumları kolayca kötüleşebilir ve umutsuzluk, bitkinlik, sık sık okula gitmeme, sosyal izolasyon ve olumsuz takıntılı düşünme gibi yıkıcı depresyon belirtilerine yol açabilir ve bunların hepsi korkulan intihar olasılığına neden olabilir. Sadece son on yılda, çocuk ve gençlerdeki anksiyete oranı toplamda ortalama %10’a yükselmiştir. Dahası, geçtiğimiz on yıl içinde intihar vakaları üç katına çıkmıştır. Kaygı, cinsiyet açısından, etnik kökenlerden ve sosyoekonomik durum açısından gençleri etkilemektedir. Ancak üstün yetenekli çocuklar ve gençler, bir bütün olarak, hem kaygıya daha yatkındır hem de genel toplumdan daha yüksek oranlarda kaygı yaşamaktadır. Intelligence (2018) dergisinde yayımlanan bir makale, üstün yetenekli çocuk ve ergenlerin genel toplumdan neredeyse iki kat daha fazla kaygı yaşadığını (%20’ye karşı %10,9) göstermiştir. İkinci bir psikolojik rahatsızlığa sahip üstün yetenekli çocuk ve gençlerde kaygı oranı %37,3’e yükselmiştir.
Olan şu ki, giderek artan, yaygın, çok faktörlü ve yıkıcı bir krizin ortasında olduğumuzu söyleyebilirim. Bilgisayarlar ve sosyal medya aracılığıyla birbirimize bağlandığımız hızlı bir dünyada yaşıyoruz, ancak giderek artan bir şekilde kişisel olarak birbirimizden kopuyoruz. Yalnızlık yaygınlaşıyor. En genç grup daha da olumsuz etkilenmekte (Z kuşağı) ve kendini en yalnız ve izole hisseden grubu oluşturmaktadır. Olumsuz çocukluk deneyimleri ve toksik ilişliler anksiyetedeki artışa neden olmaktadır. Çocukların kötü muamele gören evlerde yaşaması, istismar ve/veya ihmal mağduru olması, şiddete tanık olması, akıl hastalığı olan bir ebeveyne veya vasiye sahip olması ya da ebeveynlerinden birinin bir suçtan dolayı hapse girmesi veya intihar sonucu ölmesi, anksiyete ve depresyon gelişimine büyük ölçüde etki ediyor. Yoksulluk içinde yaşayan çocuklar ve gençler de travmalara sahip olma konusunda daha büyük risk altındadır (neredeyse üç kat) ve daha sonra anksiyete ve depresyon geliştirebilirler. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) ve otizm gibi güçlükler de önemli ölçüde yüksek düzeyde anksiyeteye sahip olabilir. Siber zorbalık, okul saldırıları hepsi çocukluk ve gençlik kaygısıyla doğrudan bağlantılıdır. Çocuklarda ve gençlerde varoluşsal anksiyete görülmesi artmakta ve bazıları daha büyümeden dünyanın sona ereceğinden içtenlikle korkmaktadırlar. Sürekli olarak teste göre öğreten ve öğrencilere yüksek başarı elde etmeleri, mükemmelliği benimsemeleri ve yüksek öğrenim akademik yollarını takip etmeleri için baskı yapan eğitim uygulamaları, kendi ilgi alanlarını ve güçlü yönlerini takip etme şansı asla verilmeyen çocuklara ve gençlere gereksiz yükler getirmektedir. Okul sırasında ve sonrasında yapılandırılmamış boş zaman kaybı da olumsuz bir faktördür.
Ergenlik döneminde beyin de büyük değişimler geçirir. Olgunlaşmanın zamanlaması gençten gence büyük farklılıklar gösterebilir. Bu, tek bir yıl içinde beyin sinapslarının sayısının iki katına çıkabildiği, beynin bazı bölgelerinin de verimliliği artırmak için bağlantıları ciddi şekilde budamaya başladığı bir büyüme dönemidir. Amigdala (duygu merkezi) duygularımızn kontrolünde güçlü bir rol oynar ve ergenlik döneminde normal serotoninde (rahatlama ve duygusal iyi olma hormonu) bir düşüş ve prefrontal korteks ile frontal korteksin (yürütme işlevi ve yargılama merkezi) olgunlaşmasında bir gecikme söz konusudur. Ergenler duygu merkezlerine karşı daha hassas ve hormonlarla dolu olduklarından, kaygı hem artabilir hem de dürtüsellik, duygusal dalgalanmalar, yenilik arama davranışı, cinsel duygular ve heyecan arayışı gibi diğer davranışlara yol açabilir. Ergen beynindeki değişimlerin yarattığı duygusal kasırga ile öfke, korku ve endişe duyguları daha yaygın hale gelir. Dolayısıyla risk artmaktadır.
Üstün yetenekli ergen beyninde de bu değişiklikler meydana gelir, ancak aşırı duyarlı ve kırılgan ve hatta hassas özellikleri olan üstün zekalı ve yetenekli bireylerde bu değişiklikler çok daha yoğun olabilir. Daha fazla ruh hali dalgalanması, daha fazla dürtüsellik, daha fazla heyecan arayışı, daha fazla kaygı ve hatta vücut dismorfik bozukluğu, anoreksiya ve bulimia gibi vücut imajı koşullarında artış gözlemlemek oldukça olasıdır. Trikotillo mani (tüm vücutta saç yolma ve kaş ve kirpik yolma) ortaya çıkabilir. Depresyon da daha yaygındır. Ergenlik ve cinsiyet kimliği ile ilgili olarak, üstün yetenekli ergenler cinsiyet rolü stereotiplerine daha az uyma eğilimindedir (daha yüksek androjenlik oranları) ve genel popülasyondan çok daha yüksek zorbalık ve istismar riski altındadır (bazı çalışmalar %90 veya daha fazla olduğunu söylüyor), bu nedenle anksiyete ve depresyon riskini daha da artmaktadır.
Üstün yetenekli gençler gerçekçi olmayan mükemmeliyetçilik ve bu gerçekçi olmayan hedeflere ulaşılmadığında kendine yönelik acımasızlık, üstün yetenekli gençleri uyumsuz yabancılar gibi hissettiren asenkron gelişim, üniversite ve kariyer seçimlerinde karar vermeyi bazıları için mutlak bir kabus haline getiren çok potansiyellik, varoluşsal depresyona yol açan yoğun idealizm ve ahlaki kaygılar ve dünya olaylarına duyarlılık gibi aşırı uçlardan muzdarip olabilir.
Dış etkenler de aynı derecede zayıflatıcı olabilir. Bazı ebeveynler, ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar, üstün yetenekli çocuklarının hayatlarına karışabilir, onlar aracılığıyla yaşayabilir ve onlara mükemmelliğe ulaşmaları için aşırı baskı uygulayabilirler. Bazen, üstün yetenekli gençler, gerçek tutkuları hakkında bilgi verilmeden, yüksek prestijli kariyerlere yönlendirilirler. Kendini gerçekleştirmek için çaba göstermesine izin verilmeyen üstün yetenekli gençler, daha sonra zayıflatıcı suçluluk ve/veya hayata karşı hayal kırıklığı duyguları sergileyebilir. Kardeşler de kaygıya neden olabilir, özellikle de kardeşler üstün yetenekli değilse veya üstün yetenekli çocuk diğer kardeşlerden çok daha fazla ilgi ve övgü alıyorsa. Buna ek olarak, akran ilişkileri, özellikle de yüksek ve ileri derecede üstün zekalı gençlerin benzer zekaya ve/veya benzer derin ilgi alanlarına sahip başkalarını bulamaması durumunda hayat boyu sürecek bir mücadeledir. Sosyal izolasyon ve buna eşlik eden yalnızlık yaygındır. Üstün yetenekli azınlıklar, özellikle okul sistemleri üstün yetenekliliği desteklemiyorsa veya onları üstün yetenekli olarak tanımlamıyorsa, kendilerini özellikle izole edilmiş hissederler. Okulda zorbaların hedefi olmak da sık rastlanan bir durumdur; bazı araştırmalar üstün yetenekli çocuk ve gençlerin üçte ikisinden fazlasının zorbalık kurbanı olduğunu belirtmektedir. Yanlış anlaşılan ve desteklenmeyen üstün yetenekli çocuklar ve gençler için hayat duygusal bir mayın tarlası olabilir.
İhtiyaçların Önemi
Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi, insanın kendini gerçekleştirmeden önce ulaşması gereken fizyolojik, güvenlik, sevgi ve öz saygı ihtiyaçları ile başlar. Bloom’un eğitim hedefleri taksonomisi, daha düşük seviyelerden daha yüksek düşünme seviyelerine geçiş adımlarını göstermek için bilişsel, duyuşsal ve psikomotor alanlardan oluşur. Maslow’un fizyolojik ihtiyaçlar ve güvenlik ihtiyacı seviyelerinde sıkışıp kalan çocuklar, eğitim potansiyellerine asla tam olarak ulaşamayabilirler. Bu seviyede sıkışıp kalan çocuklar, yüksek anksiyete ve depresyon riski altındadır ve aynı zamanda kendilerini gerçekleştirmeyi asla başaramazlar.
Kaygıyı tanımlamak ve intihar için bazı uyarı işaretlerini anlamak kesinlikle çok önemlidir. Bir numaralı yardımcı adım, bu yetenekli gençlerle her zaman açık bir iletişim kanalını kurmaktır. Ebeveynlerin yanı sıra eğitimciler de kaygı belirtilerini anlayarak yardımcı olabilirler. Ne yazık ki, her beş öğrenciden biri bir dizi ruh sağlığı bozukluğundan muzdarip olmasına rağmen, eğitimciler nadiren ruh sağlığı eğitimi almaktadır. Okullarda da yeterli sayıda ruh sağlığı uzmanı ve okul psikolojik danışmanı bulunmamaktadır. Bir okul psikolojik danışmanı 500 öğrenciden sorumlu olabilirken neyi nasıl fark edebilir. Ebeveynler de anksiyete ya da depresyon yaşayan kişilerle hiç tanışmamışlarsa bu durumdan habersiz olabilirler. Kitaplar, web siteleri veya ruh sağlığı uzmanları aracılığıyla eğitim çok yardımcı olabilir.
Üstün yetenekli öğrenciler dışa dönük davranışlarının başkaları tarafından nasıl algılandığının son derece farkında olabilirler. Hatta bazıları karanlık dönemlerinde mutlu bir yüz takınmaya çalışarak sevdiklerini korumaya çalışır. Ancak anksiyetesi olanların yalnızca küçük bir azınlığının (%10-15) aynı zamanda depresyon geliştirdiğini ve depresyondaki bireylerin yalnızca son derece küçük bir azınlığının intihara teşebbüs ettiğini veya intiharı tamamladığını unutmayın. İntiharın uyarı işaretlerini bilmek, üstün yetenekli çocuklarının ve gençlerinin mücadele ettiğini gören ebeveynlere ve sevdiklerine biraz rahatlık getirebilir. Birey umutsuzluk, amaçsızlık, içsel acı veya kontrol kaybetme ile ilgili herhangi bir duyguyu paylaşıyor mu? Birey özür dileyerek yük veya başarısızlık duygularını dile getiriyor mu? Birey kendini başkalarından izole ediyor mu? Önceki ilgi alanlarından uzaklaşıyor mu? Okul performansında ve/veya devamlılığında ani bir değişiklik gösteriyor mu? Birey daha fazla uyuyor mu veya daha garip, öfkeli veya duygusal olarak dengesiz mi davranıyor? Birey kendine zarar verme durumunu dile getirdi mi veya bunu yapmak için bir yöntem belirtti mi? Bireyin kendine zarar verebileceği araçlara erişimi var mı? Kişi beklenmedik bir şekilde önemli ve/veya duygusal eşyalarını başkalarına verdi mi? Bu uyarı işaretleri eksiksiz olmamakla birlikte, sevdikleriniz için bir uyarıcı görevi görmeye yardımcı olabilir.
Anksiyetenin Ele Alınması
Kıymetli okuyucular yazının çok uzun olmasını istemediğim için ikinci kısmı haftaya bırakıyorum. Buradan sonra nasıl ele alınacak ve neler yapılabilir kısmını sizlerle paylaşacağım
Bir yorum
Sinem
Harika bir yazı olmuş hocam, emeğinize sağlık